İSLAM VE İRFAN

“Güneşe ve onun ışığına, ardından gelmekte olan aya,
onu ortaya koyan gündüze, onu bürüyen geceye, göğe ve
onu yapana, yere ve onu yayana, kişiye (nefse) ve onu
şekillendirene, sonra da ona iyilik ve kötülüğü ilham edene
andolsun ki kendini arıtan (tezkiye eden) saadete ermiştir.
Kendini fenalıklara gömen kimse de ziyana uğramıştır.”
(Şems / 1-10)
Bu ayetlerde Allah-u Teâlâ bütün büyüklük ve azametiyle artarda mezkûr şeylere yemin ettikten sonra kendini tezkiye edenin kurtuluşa ve saadete erdiğini, kendini fenalıklara gömenin de ziyana uğradığını beyan etmektedir. Yemin eden kimse ne kadar büyük ise yemin edilen şey de
bir o kadar büyüklük ve azamet elde eder. Bu halk arasında da böyledir. Örneğin halkın sevdiği büyük bir şahsiyetin ettiği yemin ile sıradan insanın ettiği yemin arasında dağlar kadar fark vardır. Allah ise her şeyden büyük olduğundan yemin ettiği şey de her şeyden önemli ve büyük bir şeydir.
Nasıl büyük olmasın ki: Nitekim Allah-u Teâlâ peygamberlerin gönderiliş hikmetini beyan ederken de şöyle
buyurmaktadır: “Sizi her kötülükten arıtacak (tezkiye edecek) aranızdan bir peygamber gönderdik”
O halde bütün peygamber ve evliyanın maksadı da insanları tezkiye etmek idi. İnsanların tezkiye işini ise irfan ve ahlak ilmi üstlenmiştir. Fıkıh insanların ibadi ve içtimai işlerini üstlendiği gibi, irfan ve ahlak da insanların tezkiye ve terbiyesini üstlenmiştir. O halde irfan (tasavvuf da diyebiliriz) İslam’dan ayrı bir şey değildir. Fıkıh, usul-i fıkıh, hadis ve hadis usulü İslam’dan ayrı olmadığı gibi irfan ve felsefe de dinden ayrı değildir..

Bir cavab yazın

Sizin e-poçt ünvanınız dərc edilməyəcəkdir. Gərəkli sahələr * ilə işarələnmişdir

Back to top button