TAKDİM
Elinizde bulunan “İslam’da Şia” adıyla yayınlanan bu kitap, Batı dünyasına Şia mezhebini (Teşeyyü mezhebini) tanıtmak için yapılmış olan araştırma ve tahkikin bir bölümünü oluşturuyor. Batılı düşünürler geçtiğimiz asırda, İslam’ın değişik boyutlarında ve İslam medeniyeti hakkında araştırma yapmışlardı; ama yayınladıkları eserlerin çoğunun bağnazlık ve ard niyetten kaynaklandığı ve araştırmalarında İslam’ı tahrif etme amacını güttükleri gözlenmektedir. Avrupalı -sözde- bu araştırmacı düşünürlerin İslam hakkında yaptıkları incelemelerde
yararlandıkları kaynaklar Ehli Sünnet mezhebinin menba kitaplarıdır. Kur’an, hadis, sire-i nebevi, fıkıh ve kelamdan söz ettiklerinde görüşleri genellikle Ehl-i Sünnet vel Cemaat mezhebinin görüşleriyle bağdaşmaktadır. Gerçi onların bu konulardaki görüşlerinin çoğunu da garazlı ve kasıtlı olarak tahrif ederek aktarmışlardır. Batılı dillerde yayımlanan eserlerde Şia mezhebi fer’i bir fırka olarak tanıtılmış, toplumsal
ve siyasi bir takım çekişmeler sonucu ortaya çıktığı iddia edilmiş ve Teşeyyü mezhebinin ortaya çıkmasının dini sebeplerine fazla deyinilmemiştir. Şia mezhebi hakkında yaptıkları araştırmaların da büyük bir bölümünü İsmailiyye fırkası üzerinde yoğunlaştırmışlardır. Hatta “İsna Aşeriyye” (On İki İmam Şiası) mezhebi, İsmailiyye fırkasına verilen önem kadar dikkate alınmamıştır. Şayet, Batı dünyasının tarihî geçmişi, Şia’yı İsmailiyye ile sınırlamaya neden olmuştur. Batı şimdiye kadar iki defa İslam’la iç içe olmuş ve müstakim olarak temasta bulunmuş; Endülüs (İspanya) ve Sakliye (Sisil) de Araplarla, Doğu Avrupa’da Türklerle, her ikisinde de Ehl-i Sünnet İslamı’yla iç içe olmuşlardır. Şia mezhebiyle irtibat ve ilişkileri ancak, haçlı savaşlarından Filistin’de bulunan İsmailiyye fırkasıyla ve Endülüs merkezinde bazı yerlerde kısa ve sınırlı olmuştur. Batı dünyası yeni çağdan önce Teşeyyü alemiyle, bilhassa Şii İran’la hiç irtibatta (temasta)
bulunmamıştır; İran kültürüyle de ilk defa Hindistan’da tanışmıştır. Her halükarda bu faktörler ve şayet batılıların akli yönünün ağırlıkta olduğu İslami öğretileri tahkir etmek için çaba harcamalarındandır ki, Teşeyyü mezhebi İslam tarihinde sahip olduğu gerçek çehresiyle ve günümüzde kendisine tabi olan milyonlarca Fars, Arap, Pakistanlı ve Hindistanlının bulunduğu bölgeler dışında gerektiği gibi tanınmamıştır. Batı dünyasında müsteşriklerin, Teşeyyü mezhebini İslam’da ortaya çıkmış bir bidat olarak nitelendirdikleri görüşü yaygındı. Hatta bazıları Teşeyyü mezhebinin asırlar sonra İslam düşmanları tarafından icad edildiğini zannediyorlar. Şia hakkında yapılmış veya Şia mezhebinden de söz eden bir kaç
meşhur kitaba bakmak bu sözlerimizin doğruluğunu isbat etmeye yeter. Bu alanda ve Batı dünyasında dinler hakkında yapılan araştırmalara tedrici olarak hakim olan bilhassa Anglo Sakson ülkelerinde yeni düşünce tarzına ve fikri akıma dikkat edildiğinde Teşeyyü mezhebi hakkında köklü araştırma ve tahkikin zarureti gün geçtikçe daha fazla hissediliyor.
Birinci dünya savaşından önce Amerika’da, daha sonra İngiltere’de şu gerçeğe vardılar ki bir dini tanımanın ve tanıtmanın en iyi yolu o dine mensup bir kişinin aracılığıyla olmalı ve sadece yüzeysel bir tanıtım özellikle de, dine inancı olmayan veya üzerinde araştırma yaptığı dini önceden kabullenmeyen bir kimse tarafından olursa asla yeterli olmayacaktır.
